5 Aralık 2013 Perşembe

3A CEVAPLAR


     Enver Aysever'in sunduğu CNN Türk'ün sevimli programlarından Aykırı Sorular'da Okan Bayülgen varmış. Enver'in de dediği gibi programa en uygun konuk Okan olunca kaçırmama rağmen YouTube kardeşim sağ olsun hemen bugün tekrarını izledim. Bu gün eskisi kadar ateşli ilişkimiz kalmayan blog sayfama ziyaret etme düşüncem yoktu. Ama bu adamı dinleyince gençlik ateşim devreye giriyor ve kan dolaşımı beynime vurup deli fikirler oluşuyor.

     Programın en güzel yanlarından biri şu ki, ön sevişmeyi neredeyse hiç yapmayıp direk konuya dalması. Yanlış anlaşılmasın ön sevişme sevmediğimden değil. Ön sevişme uzun tutulunca olay erken bitiyor ona sinir oluyorum. Hardcore bir program beklentimi tam manası ile karşıladı diyemem. Çünkü nasıl desem adam o kadar tematik program yaptıktan sonra akılda sadece ''Kına Gecesi'' programı kalıyorsa -üzgünüm ama- algılama kanalları ile ilgili şüphelerim olur. Kimse izlemez, ilgilenmez, siklemez denilecek bir konuyla program yapabilmek marifet. Zaten bunu yapabildiği için farklı/aykırı bir adam. 

     Sanat ve sanatçının ahlaksızlığından bahsedildiğinde çok harika sözcükler döküldü Okan'ın ağzından aklımda kalan en güzelleri de ''Sanatçı dediğin; kafası boş, koşullanmış, her türlü yasakla yaşamaya alışmış bir ahlaklı değil, ahlaksızdır. Sanatçı toplumun folklörüne, inancına, geleneklerine, saygı duyar, sahip çıkar ve onları geliştirmek için uğraşır.'' En iyi ahlak budur işte. Farkında olmak. Bu toplumun bir parçası olan  ve arkasından milyonları sürükleyebilecek kişiler bu bilinçte olmalıdır. Üstlerinde çok büyük bir yük var bu noktada. Çünkü biz heyecanlı, kanı deli bir milletiz ve toplumsal dokunulmasını istemediğimiz bağzı noktalarımız var. Bunu anlayabiliyor isen işte o zaman bu toplumun lideri olursun ve bir çok düşünceyi kişilere öğretebilirsin ve toplum senin istediğin düzeye gelir.

     Gezi olayları ile ilgili sorular, programın hatırı sayılır zamanını aldı. Yahut bizim de ilgimizi çektiği ve yakın gündem olduğu için bana uzun gibi geldi. Okan bir açıklama yapmadan önce İzmir'de sevdiğim bir abi ile konuşurken bu gezi olaylarını ikimizin de ortak yorumu ''eğer bu protestolar yazın değil de kışın olsaydı bu kadar olmazdı''. Öyleydi çünkü sen hayır canım ne alakası var kafasında isen bence gezide hiç bir şehirde tam anlamı ile olayın içerisinde değilsindir. İstanbul'daki protestoları ustream haricinde bilmiyorum. Çünkü orada değildim. Bi penguenle aşk yaşıyordum! İzmir'de gündüz millet işinde gücünde, akşam olunca arabada kornalar, camlarda tencere/tavalar, Alsancak'ta caddede güzel kızlarla/yakışıklı erkeklerle birlikte yürümeler... Eğlenceye dönüştü. Aslında zaten öyle başladı ve eğlence nedendir bilinmez kabusa döndü. Kendi polisimiz, korumakla yükümlü olduğu, bu yüzden maaş aldığı kendi vatandaşını jopladı, tekmeledi, tokatladı, saçını çekti, gözünü çıkardı, vurdu! İşler çığırından çıktığında Okan'ın bu noktada ''Allah Allah saldırın'' mı demesini bekliyordunuz. Artık onun da bir evladı var ve bu büyük bir vicdan olmalı. O yada başka bir ünlü yüzünden kışkırtma sonucu hayatını veya uzvunu kaybeden biri için nasıl vicdan azabı olurdu. Düşünebiliyor musunuz?

     Tam hardcore olmasa da sonlarına doğru daha sertleşti! Orgazm tam anlamıyla güzel oldu! ''Ben korkmam! Ben hiç korkmadım, özür dilemedim, hep gurur duydum.'' Herkesi bilmem ama zaten bu duruşun ile gençlerin bir numaralı arkadaşı olmaya devam edeceksin baba! Toprak, tohum, ağaç partileri kurulur mu bilemem de tarikat kur müridin olayım :) Özür dilemek için ise hiç yaşlanma!

     Acun olayına gelmişken. Orgazm sonrası, yüzde ekşime olur ya hani...

     Neyse ben bi sigara içeyim.

3A Cevaplar
Asi/Ateşli/Aykırı

3 Kasım 2013 Pazar

TAM Bİ' KAFA


TAM Bİ' KAFA

                Zeynep Çamcı, Burcu Biricik, Demet Özdemir, Duygu Çetinkaya, Keremcem, Alper Saldıran, Sefa Doğanay'ın konuk olduğu MakinaKafa bir cumartesi gecesine daha damga vurdu. Sosyal medya #makinafaizlerkenben tagi ile sallandı. Yüzlerce kişi o an nasıl izliyorsa interaktif bir şekilde fotoğrafını gönderdi. Tabi ki TT'de birinci sıradaydı. Gece hakkında yazacak çok şeyim var ve umarım satırlar devam ettikçe aklımdakileri unutmam. Sıcağı sıcağına hemen konuya dalalım.

                Sol yanına Burcu, Zeynep, Alper'i oturtan Okan Bayülgen, sağ yanını da Duygu, Keremcem, Demet, Sefa ile dörtledi. Küçücük boyuna rağmen Zeynep Çamcı'nın bir elli küsurluk boyu ile dalga geçen Okan, Zeynep'in bu topu göğsünde rahatlıkla stop etmesi sonucu Zeynep'le çok iyi ilgilendi. Zeynep Çamcı boyu ile herhangi bir sorunu olmadığını espri bir dille bizlere iletti. Belki de Okan bu yüzden onunla çok iyi ilgilendi. Tıpkı kendisi gibi gördüğü için olabilir mi ki? Zeynep Çamcı ara ara esprileri ve jestleri ile ''Harbiden Altın Portakal'ı boşuna almamamış kız'' dedirtti bana.

                Okan Bayülgen bu hafta ikinci kere telefonda erkek izleyiciye yakalandı. Erkek izleyicinin ne kadar çekilmez olduğunu yine görmüş olduk. Demek ki bu adam biliyor da erkek almıyor! Biliyorsunuz Çıplak Kafa'da Mesud adını Mesude olarak tanıtıp programa telefonla bağlanmıştı. Bu sefer de Bursa'dan bir abimiz telefona bağlandı. Duygu Çetinkaya'ya iki tane soru sordu. İlkinde Acun'un Survivor programı ile ilgili soru sorulmaması ricasına tamam deyip ikinci sorunun da Survivor ile ilgili olması aslında sorunun da kaynağıydı bence. Sağlam bir kitle koca bir sezonu Acun ile geçiriyorlar. Yetenek, ses ve Survivor ile geçiriyor. Arta kalan vakitte ise padişahımızın halvetlerini (ki bu sezon yaşlı kurt fazla aktif değil mustakbel padişahlarımız götürüyo malı, hatta geçen hafta hadım Sümbül Ağa halvet olmuş) izliyor. Burada direk insanları suçlamak pek doğru gelmiyor bana. Çünkü işin sosyal ve en önemlisi de ekonomik boyutu var. Bu tip programları araştırdığında genelde ekonomik durumu vasat kişiler tercih eder. Nedeni ise gayet açık kısa yoldan köşeyi dönmek ya da hiç sahip olamayacağı sarayları, saray gibi evleri, taş gibi hatunları/taş gibi erkekleri izleyerek hayal etmek, bi yerde tatmin olmak. Yani asgari ücretle çalışan birinin, trafikten akşam eve gelene kadar bin takla atan birinin gece televizyondan başka bir meşkale bulmasını beklemek tam bir aptallık değil midir?

                Televizyon kanallarımız bir ürün sunar. O ürün tuttuğu zaman hemen bir çakması çıka gelmez mi? Kanuni'nin Muhteşem Yüzyıl'ı tutunca salyaları ağzından akan diğer yapımcılar hemen başka bir padişaha sarılmadı mı? En son örneği de Fatih oldu. Fatih'in topları yapımcısında patladı. Fatih'in topları(!) derken, Fatih'in İstanbul surlarını yıkmak için yaptırdığı toplar... (Durduk yere içeri alınmayalım dimi :) ) Yani ortada bir özgünlük yok! Müge Anlı manyak ve delice program yapıyor. Hiç haz etmiyorum ama yaptığı programla sabah seyircisini topluyor ekrana. Okan da bazı sabahlar onu görene kadar bekliyormuş :) Bu tuttu ya, hemen başka birileri, başka birilerini bulmaya kalkıyor, başka bir kanalda. Televizyon aptal kutusu ise eğer işte aptallık budur. Zira Müge'nin Anlı'sı varken kıllısını aramanın lüzumu yok!

                Öfff aman! Oraya buraya dalarken aklımdakileri de dağıttım iyi mi? Ama ana başlıkları en azından aktarabildim. Bir cumartesi gecesi daha iyi kafayla bitti. Nedeni editörleri (sarışın hariç) görememek olabilir:) Şunu unutmadan;


''İlmi Gs Lisesi'nden, Hayatı Beşiktaş'tan''



#makinafaizlerkenben  Zeynep Çamcı'yı tazeliyorum :)

                    

25 Ekim 2013 Cuma

Çıplak Kafa - Komedi Gecesi

  
                Bayram haftasında dizilerimizin yapımcılarına para yetiremeyen bir çok televizyon kanalımız, Yeşilçam'ın klasik filmlerine sarıldı. Hiç beklemedikleri bir nokta ise; zaten hiç telif ödemedikleri bu filmlerin iyi reyting alması oldu. Bu noktada akla gelebilecek ilk soru, ''e zaten dizilerin yeni bölümleri yayınlamamış, millet ne izleyecekti ki?'' olabilir. Fakat özellikle TRT 1 dizilerini yeni bölümleri ile yayınladı. Hatta Seksenler için ayrıca bayram için özel bölüm de yaptı. Seksenlerle aynı yapım şirketinin bir başka dizisi Doksanlar da yeni bölümüyle ekrana geldi. Bu örnekler ile akla gelebilecek soruları çürütmek mümkündür.
                Bu akşam twitterı açtığımda Okan Bayülgen'in arda arda tweetler attığını gördüm. İlk başta anlamadım. Çünkü açıklama için atmış olduğu tweet aşağılarda kalmıştı. Sadece Okan'ın hesabına girince baktım ki, ''Aa ne güzel bir konu''... Türk Sineması'nda efsane yirmi komedi filmini twitterdan ve anketten oylamaya açmış. Önce televizyondan izlemeye başladığım Çıplak Kafa, annemin huzur saatlerinden birine -Nihat Hatipoğlu- takıldığı için netten devam etti. Programı kısaca bir analiz etmek gerekirse (gerekmiyorsa devamını okuma);
                Okan Bayülgen twitterdan Atla Gel Şaban, Banker Bilo, Çiçek Abbas, Cilalı İbo, Gırgıriye, Hababam Sınıfı, Her Şey Çok Güzel Olacak, Kahpe Bizans, Kibar Feyzo, Kutsal Damacana, Mavi Boncuk, Ne Oldu Şimdi, Neşeli Günler, Recep İvedik, Şekerpare, Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Turist Ömer, Yedi Kocalı Hürmüz ve Züğürt Ağa'yı oylamaya sundu. Oylamada en çok RT alan twitter birincisi olacaktı. Programda en iyi on verildi ama ben en iyi beşi paylaşmak istiyorum. Benim de favorim olan Hababam Sınıfı 4019 RT ile birinci sırada yer aldı. İkinci sırada 1704 RT ile Neşeli Günler, üçüncü sırada 1332 Rt ile Süt Kardeşler, dördüncü sırada 1056 RT ile Tosun Paşa, beşinci sırada da 694 RT ile Çiçek Abbas yer aldı. Ankette ise; Habamam yine birinci, Süt Kardeşler ikinci, Tosun Paşa üçüncü, Neşeli Günler dördüncü, Kibar Feyzo beşinci sırada yer aldı.
                Seçilen yirmi film yükseltilebilir. Vizontele, Arog, Gora ya da şuan hatırlamadığım filmler eklenebilir. Fakat İlk beşte ne kadar değişiklik olur ki? Twitter ilk beşinde Kibar Feyzo, anket ilk beşinde de Çiçek Abbas yok. Yani yirmi filmin içinden altı film öne çıkıyor. Şimdi burada oyuncuları da dizmek yanlış olur mu? Şener Şen bu altı filmin altısında da  yer alıyor. Kemal Sunal, altı filmin dördünde -başrolde- yer alıyor. Adile Naşit altı filmin beşinde yer alıyor. Ayşen Gruda da dört filmde kendisine yer buluyor. Zaten bu tespitlerden sonra onların oyunculuğu ve sinemaya kattıkları hakkında konuşmaya bile gerek yok.
                Yirmi film tek tek incelendi. Özellikle Hababam'dan yaklaşık bir saat kadar bahsedildi. Bu bir saatlik dilimde Hababam tam +935 RT kazandı.
                Kahpe Bizans'ın üstünde de hatırı sayılır bir sürede duruldu. Çünkü konu itibari ile kendi sinemamızla dalga geçiyordu film. Okan bu konuda biraz eleştirse de ben katılmıyorum. Kahpe Bizans, Leyla ile Mecnun dizisinin dedesi diyebiliriz. Hatırı sayılır sürenin RT'lere etkisi olmadı. Geceyi 179 RT ile bitirdi.
                Kutsal Damacana'dan bi bölüm izlendi. Okan pervasızca konuya gireyim derken kendi de hiç inanmayarak ''Şafak Sezer yeni bir Kemal Sunal ıı, ıııı'' dedi ve cümleyi tamamlayamadı. Twitterdan anında tepkiler geldi. Kemal Sunal farklı bizim için kimse o olamaz. Bu konuda Okan'a Ali Sunal'dan tweet geldi. ''@okanbayulgen Kemal Sunal var zaten yenisini niye arıyoruz #cıplakkafa ''
                Recep İvedik'ten de bir kısım gösterildi. Üstüne RT'si kadar konuşuldu. O an 128 olan RT'si 143 ile geceyi noktaladı. #KümedeKalŞahanGökbakar etiketi ile Şahan'a Justin Bieber ve Belieber'lar  destek olacaklarını açıkladı.



                      

18 Ekim 2013 Cuma

#BenimKahramanımSensin

     İki yıl öncesi yine bu zamanlar, Okan risk budur (o))) deyip tv8'e geçmişti. Kraliyet Ailesi #benimkahramanımsensin tagi ile bir kampanya başladı. Bugün ÇıplakKafa'da konuk olan annenin kızı Melis'le aynı kaderi paylaşıyordu. O güne kadar kök hücre bağışı, ilik bağışı nedir bilmiyorduk. Üst üste programlar yapıldı. Doktorlar konuk oldu gerekli açıklamalar yapıldı. Anne telefonla bağlandı. Başka bi programda hastaneye gidildi. Konunun önemi yeterince açıklandı.

   Eskişehir'de hem öğrencilik hem de iş uğraşları falan arasındaydım. Hastanın ailesinden akrabası da yanlış hatırlamıyorsam. Eskişehir Osmangazi Üni. Tıp Fakültesi Hastanesi'nde çalışıyordu. O hafta gittim. Kan örneğimi aldırdım. Örneği hastanede güzelce ambalaja koydular. Bir kutucuğa koyup kargo ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn_i Sina Hatanesi 06100 Sıhhiye Ankara adresine yolladım. Bu iş için toplamda hastaneye ulaşım da dahil olmak üzere 2 - 3 saat zaman ve 15 - 20 TL (kargo için) harcadım.Trafiği, ödevi, sunumu, çocuğu okuldan alması, patronun verdiği dosyaların yetişmesi y*arağı küreği... Yoğunsun anlıyorum. Ama koca bi hafta içinde harcayabilecek 2 - 3 saatin ve 15 - 20 Liran var öyle değil mi? 

     Ben bunu yaptım. Bir on sene kadar daha kan örneğimin geçerli olduğunu bugün de öğrenmiş oldum. Bi' işe yaramayan naçiz vücudum belki bi on yıl içinde birine can olabilir. Bununla gurur duyuyorum. Bir gün bir hastalığa yakalandığında birilerinden yardım almak zorunda kaldığında yüzünün kızarmaması için sağlığın yerindeyken bir şey yap. Hadi bi söz ver bu satırları okurken. '' Melis iyileşecek, boynuma sarılırken kulağıma #BenimKahramanımSensin diye fısıldayacak''. Haydi #MeliseCanVer                    





                             

29 Eylül 2013 Pazar

Kına Gecesi

     Merhaba, görüşmeyeli uzun zaman oldu. Senin programlarınla büyümüş bir nesil olarak ''Nasılsınız'' sorusunu, Beyaz Show sevimliliği ile ''İyiyiiiaaeez'' diyemeyiz. Hatta haftada üç beş gece bizi yalnız bıraktığın için kızgınız çünkü zaten yalnızız! 

     Perşembe gecesi on birden sonra Çıplak Kafa'da ''Kına Gecesi'' konuşulacak. Hem de geleneksel kına gecesi. İnternet üzerinden bi' kaç araştırma yaptıktan sonra geleneksel kına gecesi ile günümüz arasında bağzı farklar göze çarpıyor. Önce neymiş bu geleneksel kına gecesi ona bi göz atalım. Düğün gecesinden bir gece önce düğünün kız tarafı tarafında organize edilen bir bu etkinliğe erkek ve kız tarafından sadece kadınlar çağrılır. Çalgı çengi ekibi de sadece kadınlardan oluşur. Erkek tarafı kız tarafına kuru yemiş ve içecek gönderir. Kuru yemişler özenle hazırlanmış tepsilerde gönderilir. Kız tarafı da bu gönderilen hediyeleri kına gecesine gelen misafirlere ikram ederler. 

     Kadınlar; yöre yöre desen ve nakış farklılığı gösteren genelde kırmızı tonlarında olan tek parça bileğe kadar uzanan ''Bindallı'' adı verilen kıyafetlerini giymiş oldukları gecede, çalgı çengi ekibinin önünde oluşturulan pist alanında eğlenceli müzik eşliğinde oynarlar. Daha sonra gelin ortaya oturtulur. Başını komple örtecek şekilde daha önceden işlemeli olarak hazırlanmış kına örtüsü ile örterler. Kız tarafında orta yaşlı kadınlar tarafından tepside kına karıştırılır. Çiçeklerle ve mumlarla süslenen kına tepsisi gelinin kız arkadaşları ve kendi akrabaları tarafından elden ele gezdirilerek ve gelinin etrafında yuvarlak oluşturularak ağır müzik eşliğinde gezdirilir. Burada amaç gelini ağlatmaktır. Beş altı tur dönüldükten sonra kız tarafından iki orta yaşlı teyze tarafından kına ele yakılır. Kına ele yakılmadan önce gelinin müstakbel kaynanası tarafından gelinin her iki avucuna altın konulur. Kına yakılma işlemi tamamlandıktan sonra gelinin elleri kına eldivenleri ile bağlanır. Ayaklarına da sicim yardımı ile desenler verilip yıka yakılır. Ayaklar da bez yardımı ile bağlanır. Kalan kına misafirlere dağıtılır. Daha sonra tekrar müzik eşliğinde eğlence devam eder. Misafirlerin dağılması ile son bulur.

     Günümüz kına gecelerinde daha organize olunmaktadır. Damat başta olmak üzere erkek tarafının yakın erkek akrabaları da kına gecesine gelmektedir günümüz kına gecelerinde. Kuru yemiş gönderme geleneği ise biraz daha gelişip çeşitli tatlı türleri de eklenmiştir. Genellikle günümüz kına gecelerinde gelinler önce tuvalet giyerler. Kına yakma merasiminde ise daha modern (yırtmaçlı, biraz daha dekolteli) bindallılar giyilir. Çalgı çengi grubu da teknolojiden nasibini alıp orkestra olarak sahne alır. Daha eskilerde ise kadın çalgı grubu darbuka ve kanundan oluşan analog müzikle kına gecesine renk getirmektedir. Doksanlarda ise erkekler kına gecelerinde günümüzden daha da az oldukları için ve kadın çalgı grupları da tükendiği için yerini ''Teyp''e bırakmıştır.  Kına geceleri daha modern hale geldikten sonra daha da yaygınlaşmıştır. Kına alışverişleri daha da süslü hale gelmiştir. Sadece kına için özel tepsiler, kına eldivenleri, kına ayakkabıları, dağıtımı için minik kına sepetleri satılmaktadır.

     Ülkemizdeki bu geleneksel kültür bulunduğu çağa ayak uydurmaya devam ettikçe hiç bitmeyecektir. Geleneksel kültürümüzde üç şeye kına yakılır. Kesilmeden önce koyuna, evlenmeden önce geline, birliğine teslim olmadan önce askere... Bu da şu şekilde açıklanır. Kesilmeden önce koyuna kına yakılır Allah'a kurban olsun diye (Kurban Bayramında), evlenmeden önce gelinlik kıza kına yakılır eşine kurban olsun diye, birliğine teslim olmadan önce askere kına yakılır vatanına kurban olsun diye. Bu kültür hüküm sürer iken ''Kına Stokları'' tükenir...

     Kına gecesinden bahsedilir de kapanış illa laf sokmayla mı olur? Hayır tabi ki :)




     
                                

27 Eylül 2013 Cuma

Organize İşler

     Jilet darbelerinin adından sonradan söz ettirdiği sertlikteki, azınlığı ''ben hala gencim'' çoğunluğu ''bırak be oğlum yaşlandın artık'' diyen  beyazlığa yüz tutmuş sakallar... Elliye merdiven dayamış dört tekerlerin doktoru Muharrem, yaptığı sert işin aksine yufka yürekli, dolu gözlü adamdır. Aslında kendi de yaptığı iş gibidir belki de. Zira arabaların soğuk parçalanmış saçlarını elinde tuttuğu oksijen tüpünden gelen sıcaklıkla birleştirir yek parça yapar. Çok küçük yaşlarında babasını kaybetmesine -bu kaybediş de dolaylı yoldan da annesini kaybetmesine- neden olan kaza yapan arabaları tamir etmektedir. Kader bu ya işte. Trafik kazasında babanı kaybediyorsun, eline meslek olarak kaportacılık çıkıyor. Hayat onu yalnız başına bıraktığı için eğitim hayatı hiç olmamış. Sadece hayattan almış dersini.

     İşaret ve orta parmağının arasında dumanı ve avuç içinde çekici, demir sacı oksijen kaynağının verdiği destekle yola getiriyor. Tak tak tak... Alnındaki terler tek tek derebeylik kurmuş vaziyette. Birden telefon sesi. 

     -Alo.
     -İstanbul emniyet amirliğinden ben baş komiser. Kiminle görüşüyorum.
     -Buyurun. Doğrultmacı Muharrem ben.
     Arkadan telsiz sesleri görüşme eşlik ediyor.
     -Bu hattı kaç yıldır kullanıyorsun? 
     -On on beş senedir kullanıyorum.
     -Bu hattını alırken kimlik fotokopisini vermiş miydin?
     -Hatırlamıyorum ama vermişimdir.
     -Peki. Şimdi sizi yanımda bulunan cumhuriyet savcısı ile görüştüreceğim.
     -Alo ben cumhuriyet baş savcısı. Telefon hattınızı alırken vermiş olduğunuz kimlik bilgileri üçüncü şahısların eline geçmiş. Sizin adınıza A Bankası'nda bir hesap açılmış. O hesap numarasından aranan ve suçlu konumdaki kişilerce para tahsil edilmiş.
     -Na nasıl yani?
     -Yaklaşık olarak kırk bin Lira hesaptan para çekilmiş. Şu anda üç kişi tutuklandı. Ele başılarını yakalamak üzereyiz. Sizin bu konuda bize yardımınız gerekiyor. Ayrıca mahkeme durumunda iyi niyetinizi ve sizin her hangi bir suçunuzun olmadığını da desteklemek için. Bugün hemen B Bankasına vereceğimiz hesap numarasına şu kadar para yatırmalısınız.
     -A ama benim böyle bir şeyden haberim yok bu nasıl olur? Kimliğimle ne yapabilirler ki?
     -Bu suç örgütü uzun süredir takibimizde sizin gibi bir çok kişiyi madur etmişler kimlik numaraları ve fotokopileri ile banka hesapları açılmış, şirketler kurulmuş. Şu an teknik takipteyiz. Telefonunuzu para yatırana kadar kapatmamalısınız. Yoksa siz de zan altında olursunuz.

     Tedirgindi. Ne yapacağını bilemiyordu. Arabasına atladı. Nereden para bulacaktı ne yapacaktı? Kimseye bir şey söylemesi söylendi. Yalnız başına tüm işlemleri yapması istendi. Soğuk kanlılığı tıpkı oksijen kaynağında erittiği demir parçaları gibi oldu. Gardı düştü. Bir anlık gafleti yaşıyordu. Kredi kartlarındaki yer alan tüm limitlerini kullandı. İki ya da üç saat boyunca telefonda hiç kapatmadan konuştu. bu esnada yoldaydı araba da kullanıyordu. Yetişmesi gereken işler, ödenmesi gereken bağ-kur primi, işçinin aylığı, evde ailenin stresi, henüz iş bulamamış oğlu tüm bu sıkıntıların ardında bir de bu çıkmıştı. Bu gün Muharrem kimseye ses etmeden gitti tüm limitini kullandı ve hatırı sayılır bir parayı belirttikleri gibi yatırdı. 

     Dükkana geldi. Saatlerce oğlu onu arıyordu ama duyduğu ses belli. ''Aradığınız kişi şu anda bir başş.....'' Olayın ilk cümlesinde tepkisi oğlunun ''Para yatırmadın değil mi?'' oldu. Yüz ifadesindeki o kandırılmış masumluğu görünce oğlu kızsın mı yoksa üzülsün mü bilemedi. Halbuki babası en küçük bir şey de bile oğluna danışırdı. Ama olan olmuştu. Hani derler ya basiret bağlanması işte onun gibi bir şeydi bu gün. Polise gidip şikayette bulunuldu. Fakat bunca şeyle uğraştıklarına mı yansınlar. Yoksa küçük bir kasabada akşama kadar çay kahve içmekten meslek körelmesine uğrayan emniyet güçlerinin beceriksizliğine mi yansınlar. Tam bir saat boyunca yok sistemdi yok ifade almadaki arka arkaya getirelemeyen iki kelime miydi yoksa bir hesap numarası ve telefon numarasını yazamayacak kadar teknolojik özürlü olmaları mıydı. Hangisine yansaydı oğlu. Saatleri alan işlemler sonra çıktılar. Çıkmadan da son olarak ''üç dört ayı bulabilir, pek de ümitli olmayın''. Bürokrasimizi seveyim!

     Bu satırda yazdıklarım bu gün başımızdan geçenler. Babamın cahilliğinden dolandırıcılar yararlandı. Günümüzün teknoloji çağında bu tür dolandırıcıların yakalanamaması ayrı bir kahkaha tufanı. Bir tweetten seni  bulup ifadeni alabilirler. Basit bir dolandırıcılık usülü ile iyi para kırarsın özgürlükler ülkemde. Bu gün benim kaportacı babam, yarın senin halan, teyzen, enişten... 
PS: Babamı çok seviyorum, o benim adamım ya :)

Devletin hiç bir memuru sizden para/kontör talep etmez!!!


                                             

21 Haziran 2013 Cuma

Gezi Hk.

Türkiye'deki milyonlarca insan gibi ben de İstanbul Taksim'deki Gezi Parkı'na hiç gitmedim. Olayı baştan orda bir köy var uzakta mevzusuna getirmeyeceğim. Ağaçları kesip yerine yapacakları Topçu Kışlası'nda ne olacak hiç kimse bilmedi bilemedi. İstanbul BŞ Başkanı Topbaş konu ile ilgili tam bilgi vermedik bizde de hata var dedi. Arkasından slayt ve animasyon gösterileri ile ne olacak ne bitecek diye bilgi verilirken. Başbakanımız A.v.M olmayacak dedi. Sonra avm de yapabiliriz dedi. Hatta ve hatta olaylar artınca insanların zayıf noktasından girmeye çalıştı mevzuya, camii yapacağız dedi. Başbakan hep kendi dedi. Karşısındaki kitle ne diyor pek dinlemedi. Duydu ne dediğini ama dinlemedi. Hep atak oynadı. İnsanları kışkırtıcı açıklamalar da bulundu Sayın Başbakan. Ne yazık ki işimize geldiği gibi konuşmak diye bir huyumuz var ya onu kullandı. Kendisine taraftar olan seçmeninin yanında AKP'ye oy vermiş ama yaşanan olaylarda karşı görüşe de hak veren kişileri kazanmak için, camiye ayakkabı ile girildi, camide alkol alındı, camide seks yapıldı, baş örtülü kadın dövüldü gibi iddialarda bulundu. Tabi ki böyle bir şey varsa ortaya çıkarılmalı -ki içki içilen ve ayakkabı ile girildiği iddia edilen caminin müezzini de işinden olmuş ve camide tedavi videoları da ortaya çıktı- tıpkı eli sopalı ve kask numaraları gizlenmiş polisler gibi...

Demokrasiye kesinlikle inanırım öyle yalandan değil. Seçim barajı gibi salaklığın olduğu yer ne kadar demokratiktir onu tartışabiliriz sorun değil. Türkiye'de seçimlerde hile karıştığını da pek inanmıyorum. Velev ki karıştı %50 gibi sağlam bir oy oranı var ortada bu ihtimalleri kaldırıyor. Ki çevremde Ak Parti'ye oy vermiş çok insan var. Demokrasi ile başbakan olabilirsin ama demokrasiden sadece seçimde yönetme hakkı verilirken yararlanmamalısınız. Yönetilenlerin de demokrasi hakkı bulunmaktadır. ''Rabbena hep bana'' dersen olmaz bu iş. Her iki taraf için de geçerli bu söylem. Mevcut iktidarımız bunu yaparak da aslında kendi kendine kuyu kazıyor. Çünkü Gezi'de farklı dünya anlayışlarına, farklı renklere sahip insanlar bir araya geldi. Kimi elde V işareti varken kimi elde kurt işareti vardı. Genç vardı, yaşlı vardı, politikacı vardı, Bodrum Türkbükü'nde olması gereken de vardı. Tüm renkler çArşı, UA, GFB, TS, TeXaS hepsi aynı karede yer aldı. İstanbul bir deniz ise Gezi Parkı denizde bir kaşık sudur. Türkiye'de okyanus diyelim. Bir kaşık su ile med-cezir oldu tabiri caizse.

31 Mayıs sonrası gelişen olaylardan bir çok şey anlaşıldı. Twitter bir baş belası değil de üç maymunun yer aldığı yerde doğru ya da yanlış bir haber ajansıymış. Rtük'e göre canlı haber yayını yapmak ceza sebebiymiş (Bkz: HalkTV). Penguenler toplumsal olaylarda TOMA'dan daha etkili bir durdurma aracıymış. Memet Ali Alabora banka reklamında oynayarak faiz lobisinin kuklası bir kapitalist olabileceği ihtimalini doğurdu demek ki iyi bir oyuncuymuş. Kırmızı giyinen kadınlar hoş oldukları kadar da bir hayli cesurmuş. Tek çare Drogba'ymış. Olayların bilançosu denildiğinde akla gelen şey bilmem kaç milyon TL' imiş (Bkz Yılmaz Özdil'in bugünkü yazısı). Genç isterse yaparmış. çArşı futbola homoseksüel olan Okan'ı bile Beşiktaş'lı yaparmış. (Vajinusmus'a da el atsan olmaz mı çArşı?:) ) ''Polis imdat değil, imdat polis'' imiş.

Tarihte bu olaylar geçer mi? Geçerse ne diye geçer bilemem. İktidarlar değişir, dünya değişir, toplum değişir ama Türk Gençliği birinci vazifesinden asla vazgeçmez.

Tamam tamam unutmadım seni de Davulcu Vedat...

         

1 Haziran 2013 Cumartesi

MEDYA

Haftanın olayı, Gezi Parkı'nın yerine yapılacak olan alış veriş merkezine direniş oldu. Şu saatlerde İzmir'de, İstanbul'da büyük olaylar yaşanmakta. İki gencimizin gaz bombası kapsülünden gözünün çıktığı belirtiliyor. Televizyon kanallarımızda Miss Turkey falan yayınlanmakta. Ama şuan internette geziparki.org'da ve http://www.ustream.tv/channel/diren-gezi-park%C4%B1 linkinden canlı yayın yapılmakta. Hatta şu cümleyi yazarken yayını yapan arkadaş cep telefonunun şarjının bitmek üzere olduğunu belirtmekte. Bir çok yabancı haber kanalı da olayları canlı yayınla aktarmakta. 

Yer alan olaylar aslında sadece Gezi Parkı'ndan kaynaklanmıyor. Hepsi bir birikim. Anasını da al git denilen; kutlanamayan 19 Mayıs'lar, 23 Nisan'lar, 30 Ağustos'lar, 29 Ekim'ler; Uludere / Reyhanlı katliamları, iki ayyaş lafı, +++...

Ulusal kanallarımızın hali ve sosyal medyadaki TT listesi resimleri de aşağıda. TT listesinde takipleşelim, futbollaşalım gibi vıdı vıdılar yok. Meydanlarda çArşı, ultrAslan, Gfb; siyasi görüşü zıt gruplar; aydınlar, halk omuz omuza...

Medya muhalefetin marjinal dostu olabilirsin halkı bi şekilde uyutabilirsin. Yazılan bloglar, canlı yayınlanan internet yayınları şu anki medyanın kirli yüzünü gizlemeyecek. Medya patronları bu gece bir genç ortalama bin TL'lik bir sermaye (akıllı telefon) ile 10binden fazla izleyeciye canlı ulaştı. O koca koca gökdelenleriniz kusura bakmayın ama giriş yapacak bir yerinizden.




                                                        

14 Mayıs 2013 Salı

On Bir - On İki


  • On bir mayıs; tatlı bir cumartesi günü, Aydın'ın güzel havasında şort terlik takılıyorum. Planlar belli, memlekete gelmişim uzun süredir görmediğim arkadaşlarımı görmek hoş beş sohbet etmek ve akşam da İnönü Stadyumu'ndaki son Beşiktaş maçını izlemek. Oturuyorum, -Koçarlı'nın (Aydın'ın küçük bir ilçesi - büyüdüğüm yer) en fiyakalı yeri- Adnan Menderes Park'ta. Her şey standart ilerliyor. İstanbul'da gündemde her şey normal. İki üç saat geçmeden Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde patlama! Flaş Flaş Flaş!.. Haber soğumadan on beş dakika sonra aynı yer, ikinci patlama! Gökyüzünün alabildiğine mavi, güneşin en tepede simsiyah saçlara sarı tonlar attırdığı, bir bahar gününde insanın üzerine kara bulutlar çöküyorsa o insan Türkiye'de yaşıyordur. Bu gün itibariyle tam 51 yurttaşımız katledildi. 48 yurttaşımız hala yaşam savaşı veriyor. Bu katiamın oluşmasına yardım ve yataklık eden dokuz Türk! Medya sus pus. Yayın yasağı var. Bunlara yok; (şuan kanal kanal geziyorum) mahsun(!) bir yapım olan bir dizimiz, bir Türk haber  kanalımız şuan Angelina Jolie'yi konuşuyor, ünü Panama'ya kadar dayanmış ünlülerimiz ünsüzleştirdikleri Dağhan'ı konuşuyor. Medyayı susturup aptallaştırır isen onu izleyen - okuyan - dinleyenleri de dolaylı olarak susturup aptallaştırırsın. Medya susmasın!



  • On iki mayıs; bir gün öncesinde dolayı pek de tatlı olmayan bir pazar günü. Gerçi hiç bir şey olmasa bile o pazar günleri bana hep kasvetli ve berbat gelmiştir. Ülkemizde hoşgörü ve medeniyet olarak taçlandırılan İzmir'de Göztepe - Tavşanlı Linyitspor maçı vardı. Göz Göz berabere bile kalsa PTT 1. Lig'de kalacaktı. Tavşanlı ligde kalmak istiyor ise ancak yenmesi gerekliydi. Maçın sekseninci dakikasında Tavşanlı gol attı ve Göztepe tribünlerinden koltuk ve yabancı madde yağmaya başladı sahaya doğru. Maç bitti stad içi ve dışı harabe. Küçük çocuklarıyla gelen aileler zor durumda çocukların gözlerinde korku. İşin suyunu o kadar çıkarmışlar ki Güzelyalı'daki kulüp binasına saldırmışlar. Her şey yerle bir. On iki mayıs akşamı; Fenerbahçe - Galatasaray sezonun son derbisi. Fener yenerse ikinciliği garantileyecek. Gs yenerse de 14 yıldır Kadıköy'de yenemediği ezeli takibinin serisini sona erdirecek. Yani ortada şampiyonluk durum yok. Gs bir hafta öncesinde şampiyonluğunu garantilemişti. Maç 2-1 Fener üstünlüğü ile bitti. Fener galibiyeti, Gs şampiyonluğu kutladı. Her şey normal dimi? 19 yaşındaki Burak Yıldırım stadyumdan ayrılıp evine dönerken iki Gs taraftarı tarafından saldırıya uğradı ve bıçaklandı. Daha 19 yaşında veda etti; bu hayata, Fenerbahçe'sine, ailesine, kız arkadaşına... Batsın sizin futbolunuz. Bir de futbolcu ağzından bakalım duruma; Fenerbahçe futbolcusu Gökhan Gönül twitter adresinden söyle yazdı: ''Güzel bir galibiyet ile geceyi kapattığımızı düşünürken, maalesef bir taraftarımızın vefat ettiğini derin bir üzüntü ile öğrendim. O andan itibaren hiçbir galibiyet, hiçbir kupa ve hiçbir şampiyonluğun önemi kalmadı'' 

On bir ve on iki mayıs böyle geçti işte. Terör vardı yakamızda. Eğlencemizde terör, Reyhanlı'da terör! Medya yasağı yerine Milli Yas'ı hak ediyor Reyhanlı!


                                                 

7 Mayıs 2013 Salı

MedyaİktidarınMarjinalDostudur


    Nisan ayının sonunda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıllardır bombaladığı Kandil'de Murat Karayılan, tüm dünya medyasının karşısına geçip basın toplantısı düzenledi. Hepimizin de bildiği üzere 8 Mayıs 2013'te yani yarın Pkk terör örgütünün geri çekileceğini, bu geri çekilmenin siyasi iktidarın belirttiği gibi silahsız bir geri çekilme olmayacağını açıkladı. Öcalan'a ev hapsi gelmesinin gerektiğini ve hatta bu süreçte genel affın uygulanmasını istedi. Kendisi için meclise girmek istediğini belirtti muzlu basın toplantısında.

    Türkiye gündemine bu basın toplantısı haliyle bir numaraydı. Fakat hiç ortada mevzu bahis değil iken Recep Tayyip Erdoğan durduk yere "Bizim milli içkimiz ayrandır" dedi. Hem yoğurdun, hem de suyun olmadığı bir ortamda ayran yapıverdi sayın başbakan. Kırk yıllık içecek, oldu sana içki! Daha iki gün öncesine kadar, yıllardır medyamızın bize bombalanmadık bir mağara kalmadı diye taktim ettiği Kandil'de, çözüm/Pkk/Kürt sorunu hakkında dünyaya basın açıklaması yapılmışken, bizim magazinsel medyamızın gündeminde ayran yer aldı. Siyasi iktidarın tabanında basın toplantısında ortaya atılan konu başlıklarından rahatsız oldu ve tabanda çatlak sesler oluşmaya başladı. Kendi tabanını, dini bir görüşün üzerine inşaa etmiş bir parti genel başkanı da, doğal olarak kendi silahını kullandı ve ayran olayını sürdü ortaya! Amacına ulaştı da. Taban rakı değil, tabi ki ayran dedi. Çatlak sesler kesildi. Yazılı basında; manşetler, köşe yazıları ayran kıvamını alıverdi. Görsel medyada yöresel meşhur ayran tarifi bile verildi!  

    Muhalefet partileri hemen oltaya geldi. CHP ve MHP'nin salatalık basın sözcüleri "Olur mu öyle şey, rakıdır bizim milli içkimiz!" dedi. Halbu ki bu muhalefetten bir cacık olmaz diyorsunuz!

    Köşe kapmaca oyunu vardı eskiden hatırlar mısın? Mühim değil hatırlamıyorsan. Ayran olayında köşe yazarlarının hepsine bi bak. Anlayacaksın ya da hatırlayacaksın o oyunu. Aman benim tuttuğum köşeyi kimse kapmasın korkusundan baya baya oturdular AKP'nin çıkardığı tescil kanunu sayesinde Resmi Gazete'de yayınlanan "milli içki rakı" ibaresine rağmen bunu tartıştılar. Otuz yıldır süre gelen binlerce gencin şehit olduğu ve binlercesi ne için öldüğünü bilmediği bu sorunun en önemli virajlarından birinde oturduk bunu konuştuk iyi mi? Tayyip dedi yaz kızım! Onlar da tıkır tıkır yazdı. Lafa gelince herkes barış yanlısı! 

    Bakunin'in sözüne ek olarak (Hukuk iktidarın fahişesidir) medya iktidarın marjinal dostudur! 

                                                    

2 Mayıs 2013 Perşembe

Sesli Kitap'tan 2

           Merhaba ben Okan Bayülgen; 

     Sevgili dostlar, radyoculuğumuzun yükselen yıldızı RadyoTrafik, bize İstanbul'umuzun zor şartlarında dinleyici paylaşımının ne kadar çok işe yarayabileciğini gösterdi. Yayın hayatımda başlıca prensibim; hep, şimdi, burda ve varım oldu. Bu lokal radyonun kendini aşan başarısı, bu prensibe olan inancımı daha da arttırıyor. Yani radyoTrafik ve ben aynı felsefeyi paylaşıyoruz. RadyoTrafik'in bu hizmetlerine ek olarak, yalnızca çorbada benim de tuzum bulunsun diye, gören görmeyen herkes için geceleri kitap okumaya başlıyorum. Bu yayın yalnızca RadyoTrafik mikrofonlarından ve http://www.okanbayulgen.fm web sitesi üzerinden paylaşılacak. Çok yakında görüşmek ümidiyle. Artık radyoda da haftada beş gece yalnız kalmayacaksın!

     Sözlerime Okan Bayülgen'in sesli kitap için bir nevi önsözü ile başladım. Haftada beş gece artık 23:00'te kulaklar webten, radyodan yada uydu üzerinden o puslu seste olacak. Olmaya başladı da. Hep, şimdi, burda ve varım... Okan Bayülgen'in yayıncılık hayatındaki başlıca prensibi. Genelde yazılarımda neden bu kadar biz gençler tarfından desteklediğini irdelemeye çalışıyorum kendi çapımda. En önemli sonucum, sesli kitabın önsözü var saydığım yukarıdaki yazıdan çıktı. Genç; hep, şimdi, burda ve var... Hayat felsefesi RadyoTrafikle olduğu gibi bizimle de örtüşüyor Okan'ın. Prensibine uyan tv kanalı veyahut radyo kanalı ile ortaya bir ürün çıkıyor. Ortak prensiplerden doğan ürünü, ortak prensiplere sahip insanlar tüketiyor. Tüketici olarak nitelendirmede de bir sakınca da görmüyorum dinleyiciyi. Çünkü tüketici, ortaya konan bir mal veya hizmetten maddi doyum yada manevi haz alan kişilerdir. 
     Televizyondan sonra olayın radyo ses kısmına gelirsek. Zaten herkesin bildiği üzere 2016'da yok olunacağı söylenen radyoyu ayakta tutmak amaç. Reklamcılara da radyolar bitecek lafına itafen gerekli cevabı verebilmek. - (o))) nahh bitecek! Araçla yolculuk yaparken, yaya giderken, yemek yerken, ders çalışırken, seks yaparken her ne halt yapılıyor ise onu yaparken arka planda görsel olmayan bir uyarıcı varsa eğer, yaptığınız işe daha konsantre oluyorsunuz. İşte bu noktada gören içindir sesli kitap. 

    Daha mutlu bir gelecek içindir sesli kitap. Bunu lakırtıdan söylemiyorum inanarak söylüyorum. Kitap okuyan, kitapla çok haşır neşir olan insan humanisttir. Mevlana'sı, Yunus Emre'si, Bektaş_ı Veli'si, James D. Watson'ı... Dün 1 Mayıs'ta 17 yaşındaki Dilan Alp'ın başına gaz bombası isabet etti ve ameliyata alındı. Bugün de onun valisi, İstanbul'un valisi; ''Dilan marjinal bir grup üyesidir. Elimizde kayıtları var'' dedi. İleride bizi yönetenler için ve yönetilenler içindir sesli kitap. Zira Muhammed'e söylenen ilk ayet neydi? İkra (oku) ! 

      Hayal güçleri bizimkinin yanında kat kat fazla olanlar, gözleriyle değil kulağıyla görebilenler içindir sesli kitap! 


Son olarak,
Haftada beeşş gece yalnız kalmayacaksın!


                                                            

5 Nisan 2013 Cuma

Sesli Kitap'tan

     Perşembe akşamı planım belliydi. Ev arkadaşım sağlam bir Fenerli olduğu için Fenerbahçe-Lazio maçını izlemek daha sonra Ntvspor'da maç sonu röportajlara bakmak ve sonra yatmak. Sağ olsun Okan twittterdan http://makinakafa.com/'u paylaşıp bir şeyler yazmış. E okuyunca insan uyuyamıyor ki. 

     Düşünüyorum. Bu adam yaşlı mı, genç mi? Hemen hemen babamla yaşıt adam. E babam sonuçta ben oğlu yirmidört yaşında doğal olarak bana göre o yaş kesimi yaşlı. Gençlerden anlamaz gençliği bilemez. Ama öyle değil işte. Öyle olmadığını bana gösteren adam Okan Bayülgen. Elliye merdiveni dayamışken hala genç kalınacağını, hala gençlikten anlayabilineceğini gösteriyor bana. http://makinakafa.com/'da ''Özellikle gençler, televizyonu açık bırakacaklarına'' şeklinde yazmış. Gerçekten doğru. İnternette bir şeylerle uğraşırken ya da ders çalışırken bile muhakkak o televiyon açık kalır biz gençlerde. Hatta bu yazıyı okurken bile fark et genç dostum televizyonunun en olmadı sesi olan bir şeyin açık olduğunun farkındasın değil mi? 

     Okan'ın yazısına başından sonuna doğru irdelemek gerkirse; sesli kitap hakkında bir kaç üniversite dışında pek ses gelmemiş. Benim anlamadığım universiteler gençliğin sesi değil mi? Dinazorlar işin sadece yönetim kısmında değil mi? Gençleri bilmeyen nasıl universite olabilir ki? Kabul etmemmeiz gereken bir gerçek var okumayan bir nesiliz. Artık okumayan nesil de değiliz. Hızlı hareket eden okumayan nesiliz. Bunu yazarken tabi nostalji her zaman hayattır diyen eskilere dem vuran azınlıktaki kitap kurdu genç kısım değil. Azınlık da az geröi daha gerçekçi olmak gerekirse pek ufak bir topluluk. Nerden mi uyduruyorum bunu, sosyal medyada kaç takip ettiğin kişi kitap hakkında bişey yazıyor? Yüz kusurlu followladığım var. Hadi bunların 50si genç olmayan ve ünlü olarak ayır. Geriye 60-70 kişi kalır ki bunların hepside yaşıtım olan kişiler. Ben sadece kendimde https://twitter.com/ozgeckucuk 'ü görüyorum. Hepimizde böyle bi kaç kişi yani çok azzz. Bu devrin gençleri dah farklı yani toplu taşımada giderken mp3'ünde sesli kitap dinlemeye daha yatkın. Elinde kitap okumaya değil. Belki de sebebi şudur; kitap okurken birini kesemez göz göze gelemez. Ama dinlerken öyle mi? Kulakta sesli kitap gözlerde tranvay/otobüs'ün kupçuğuna sarılmış karşı cins :) Uzun paragrafın kısası üniversiteler eğer gerçekten üniversite ise eğer bu sesli kitap olayına sağlam bir el atmalı.

     ''Benim derdim, çocuğuma  bir kaç sesli kitap bırakmak'' İstanbul'un babası, İstanbul'a imzasını bırakacak. İstanbul çok şanslı gerçekten hem küçük bir kız olarak, hem koca bir şehir olarak. İstanbul dinlesin senin sesli masallarını gözleri kapalı olarak. Belki de büyüdüğünde biz dinleriz İstanbul'u gözlerimiz kapalı olarak. Her iki İstanbul da senin bıraktıklarına ve senin babalığına hayran kalacak. Sen ki İstanbul'un Babası'sın.

     Yeni bir süpriz de http://okanbayulgen.fm/  oldu. Yayınları buradan da dinleyebilecekmişiz artık. Hem de çocuklar için resimli aplikasyonlar da yolda. Büyük heyecan verici dostlar. Televizyonun adamı nereden geldiğini unutmayıp, geldiği yerin yok olmasının nesilinin tükenmesinin önüne geçmek istiyor. Ki geçecektir.

     Biz bu adamı neden bu kadar seviyoruz? İşte hep yaptıkları ile bizi daha da sevdiriyor kendini.  Baksana ne yazmış; ''Bana, bu işleri Makinakafa Yayınları’ndan yayınlamam için yorumlarınızla verdiğiniz desteğe teşekkür ediyorum.
Bu basit edebiyat blog’una yazdığınız bütün yorumları heyecanla okuyor, dikkatle dinliyor ve mutlu oluyorum.'' Bizi dinliyor, ne dediğimize dikkat ediyor. Gençliğin sesi kulağı oluyor. Her bir yorumunuz tek tek ele alınıyor. Biz neden sevmeyelim bu adamı? Seni başka kim bu kadar önemesiyor?

     Sen hep böyle çal, biz uykumuzdan/gecemizden çalarız Kral!

Not: Bu sesli kitap olayı da on8tv ya da bu sene yapmak istediğin ama bir türlü olmayan yarışma programın gibi olmasın. Seni çok özledik :/  

                                                  

28 Mart 2013 Perşembe

Gerçeğe Çağrı

     Öncelikle okuduklarınız kayıt altına alınmaktadır. Bu yazımda çağrı merkezinde çalışmanın zorluklarından bahsetmeyeceğim. Dilerseniz zorluklar hakkında oluşturduğum daha önceki yazıma da bir göz atabilirsiniz. http://10urcoban.blogspot.com/2012/08/dtt.html 

     Taşeron yani ''modern kölelik'' sistemi devreye girdiğinden beri her sektörde olduğu gibi çağrı merkezi sektöründe de insanlar az para çok çalıştırılmaktadır. Ülkemizde çağrı merkezi sektörü çok hızla gelişme sürecine girdi. Bu gelişme süreci olarak bahsettiğimiz durum ise para babaları açısından geçerli. Çünkü her bir bokun 444'lü numarası çıkmakta. Örneğin x bir 444'lü numarayı aradığınızda, aradığınız yerin o firma mı olduğunu sanıyorsunuz? Her markanın bir numarası olduğu için bir şirket çıkıyor, Call Center kuruyor ve çeşitli firmalarla anlaşıp onun müşterilerinin ihtiyacını karşılıyor. Markalar arttıkça yetişemiyor ve o da daha küçük bir Call Center ile anlaşıp benim işimi yap diyor. Yani taşeronun da taşeronu, tavşanın suyunun suyu...

     Musluk önce bir üst şirkete sonra bir alt şirkete şeklinde akıyor. Çağrı merkezi çalışanlarına (Agent'lara) da bir iki damla su kalıyor, bir kova ter dökmüşken. Aslında her sektörde bu böyle sadece bizim sektörümüzde bu şekilde diye ağlamıyorum. Ancak yapılması gerekenler var. Türkiye'de agentların çalışma koşulları ve tazminatsız haksız işten atılmaları sadece ''Başka Dilde Aşk'' (2009) filminde konu alındı. Bir kaç bankanın agentları ilk olarak 2004 yılında  http://www.gercegecagrimerkezi.org/ sitesi ile ilk toplu harekatlarını oluşturdular. Hatta filmde bu site de senaryoya eklenmiştir. 

     Tüm bu uğraşların internet üzerinden oluşturlan toplulukların sonucunda 2006 yılının Kasım ayında Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği (ÇMÇDer) kuruldu. 2006 Kasım'ından beri hala bir kıpırdama bulunmamakta. Sosyal medyada kendine yer alamamakta. (Hoş twitterda takipleşelim tagleri ve futbol tagleri sağolsun onlar önceliğimiz ya! Tag tag mına koduklarımın bokunu çıkardı) Biz agentların hala bir sendikası bulunmamaktadır. Sendikamız olmadıkça http://www.suleymancelebi.org/meclis-calismalari/274/cagri-merkezi-calisanlari-meclis-gundeminde#.UOqjjY4cQwY.twitter gibi haberler hep yer alacak. Her kendi adına şavaşmalı ve bir şeyler yapmalı. Yolu, yöntemi, nasıl olduğu önemli değil. Yaz, çiz, oku, duyur naparsan yap 'dan vazgeçme!

                                                     

8 Mart 2013 Cuma

Bekliyoruz(m)


     Bekliyorum(z) yazısına cevap çıkmayınca (belki de daha görmedi) götümden uydurmadığımın kanıtıdır. Not: 1-8 Mart arası atılan tweetlerden bir kaç örnek alınmıştır. Sadece bir iki tanesinde Okan'ı özleme tweeti vardır. Onları da almak istedim. Genel olarak hepsi kanal hakkındadır. 
Not2: 2 ve 3 Mart tweetleri dikkate alınmamıştır. Malumunuz Justin fotoğrafı profil fotoğrafı olunca gündem çok kaybolmuştur.

Bekliyorum(z)
Bekliyoruz(m)

                                                          

7 Mart 2013 Perşembe

Bekliyorum(z)


     On yedi... On sekiz doldurmayanlara satılamaz. On sekiz yaşından küçükler oynayamaz, kazandıkları taktirde biletlerine ikramiye ödenmez. On sekiz yaşından küçükler giremez.

     On sekiz... Ehliyet alabilir, kendi üzerine hat alabilir (hoş o on altı yaşına düştü ama çoğu kişi bilmiyor), bahis, çekiliş gibi şans oyunları oynayabilir, lise bitmiştir artık rahat rahat sakal bırakabilir, on sekizini doldurduğu için istediği mekana girebilir :). On sekizi doldurunca yapılacak bazı aktiviter... Bunlara istinaden On8 Tv'nin ismi mükemmel bir yaratıcılık olduğunu daha önce belirtmiştim.

     Genç kuşağın daha önemli bir özelliği de sabırsızlığıdır. Stand uplara konu olan mesaj daha giderken cevap gelmedi sabırsızlığı, pcyi başlatırkenki sabırsız bekleyiş (hatta eve gelince once pcnin start tuşuna basılır sonra üst baş değişilir), delikanlıdır araba/motor tam gaz kullanılır. Genç sabırsızlığını bunun gibi bir ton örnekle doldurabiliriz. On8 Tv'yi bekliyoruz. Yanlışım yoksa eğer bir yılı geçti. On8 Tv ha başlıyor. Ha başlayacak. Reyhan Tüysüz eylül gibi yazdı; ''Kasım'da yayındayız''. Bekledik olursa ekime olmazsa kasıma diye. Ekimler kasımlar oldu aralığa kadar. ''Ocak'ta yayındayız.'' Ocak oldu, şubat oldu. Mart oldu mart! On8 Tv'den tanıtım videoları dışında hala bir kıpırdama yok. Sizden kediler bile daha aktif bu ay. Tam anlamıyla bir bildiri yapmanın vakti gelmedi mi? Bilmiyorum eğer yapıldıysa da biz mi fark etmedik. Hoş dört bir koldan takipdeyiz. Digital platformlara ne zaman geçecek? Test yayını ne zaman bitecek? Sözde yarışma programı ne zaman başlayacak? ..................

     Kanal nasıl kurulur bilmem. Tv yayıncılığı hakkında bi bok bildiğim de yok. Bekara hanım boşamak kolay gelire çıkıyor yol biliyorum. Fakat benim gibi bir çok kişinin yukardaki sorulara yanıt aradığı malum. @okanbayulgen şeklinde ne tweetler atılmış bakıyorum bir çoğu kanal ile ilgili sorular. Tamam hepsini cevaplayamazsınız ama ''yaşamımıza arkadaşlık edecek'' ''yalnızca bizim için'' olacak olan kanal ile ilgili bilgi hakkımız yok mu? Sevgilisinden uzun süre mesaj gelmemiş adam tribiyle yazılmış bu naçiz yazımda bir cevap bekliyorum(z)!