22 Nisan 2020 Çarşamba

Rey'thing 2

   İki adet kalem pil güç kaynağı olarak yeterli, çok basit bir kullanıma sahip, ilk üretim şekli itibari ile uzay mekiğini anımsatan, Türk örf ve adetlerinin bir parçası sayabileceğimiz bir yaklaşıma uğrayıp çok ince naylon ile sarılmış kumandamız, Gıcık olduğuna zaplamak, beğendiğini ekran önünde tutmak parmaklarımızın ucunda.
.bla
.bla
.bla
Kaç yıl alır bilmem ama reytingi belirleyen şu saçma sistem de ortadan kalkacak. İnsanlar ne izlediğini, ne yaptığını, neyi beğendiğini ya da beğenmediğini sosyal medya ile paylaşır hale geldi. İlerde öyle denek sistemi ile fare sıfatı almayacak izleyiciler. Bu yeni sosyal medya düzeni şimdiden birilerinin canını sıkabilir. Yapacak bir şeyleri yok. İzleyicinin kumandasıyla oynayamayacaksınız.
İzleyicinin ‘’Rey’’tingleri şikeye de çalımını atacak.

23 Şubat 2012 04:27 
     Kalemleri ile herkes, sana tatlı kurlarla yaklaştı,  zaman... Sekiz yıl önceki yazmış olduğum yazıya gidince fark ettim ki ben de sana şehvetle yaklaşıyorum. Aslında, uzun zaman sonra tekrar yazma isteğimi doğuran şey, tıpkı sekiz yıl önce blogumun ilk yazısının konusu ile aynı olması. (Yukarıda giriş ve sonuç bölümünü alıntı yaptığım o yazıyı, isterseniz buradan okuyabilirsiniz)  Ve bu çok tatlı tesadüf. Tuşlara dokunduğum şuan, yazımın başlığını bile atmamıştım. Madem Rey'hing ile başladım o zaman Rey'thing ikinci serisi gelsin.

     Televizyon kutusu ve benim yıllarca kendinden aptal olarak bahsettiğim kutu, yıllardır evimizde bir birey. Bu birey, ataerkil ailelerdeki tutucu erkek kadar, ailelerimizin içinde önemli bir yeri var. Hatta bu önemli yer, insanların evlerinden dışarıya çıkamadığı sosyalleşmediği bu dönemde, ilk sıraya aldı diyebiliriz. 

     Tekil ekranlara dönüştüğümüz, her bireyin tablet, PC, telefon vb ekranlarla tekil ekranlaştığı bu çağın içinde dahi mobilya olan televizyon kutusuna ihtiyaç duyuyoruz. Televizyon açıkken ve bir süre sonra ekranda ne yayınlandığını fark etmeyip tekil ekranlarınıza döndüğünüz - sosyal medyanıza gömüldüğünüz anlarda dahi arka fonda bir sizi hiç de rahatsız etmeyen televizyon sesini hatırladınız dimi?

     Siyasi, toplumsal olaylar, spor, sanat ve bir çok konu hakkında yazdığım yazılarımın en çok konu mankeni televizyon ve televizyonculuk oldu. Özellikle televizyon konulu tüm yazılarımda eleştirisel yaklaşımım Acun Ilıcalı, beğeni yaklaşımım Okan Bayülgen oldu. E tabi bunun üzerinde ergenliğim sayılan dönemlerde sabaha kadar Okan Bayülgen'i izlememin etkisi yadsınamaz. 

     Twitter trending topic listesinde yıllarca; o günün toplumsal olayı/gündemi, günün dizisinden veyahut televizyon programından hep altında oldu. Bunu hep eleştirdim ve yazılarıma konu ettim. Atladığım bir konu vardı. Televizyonculuk zekası, televizyonculuk tercihi... Adını koymayı size bırakıyorum. Televizyonculuğa spor muhabirliğinden girip; televizyon kanalı sahibi olma kariyerini dünyada başka bir yerde gördünüz mü? Bu muhteşem kariyerin sahibi Acun Ilıcalı'nın televizyonculuk zekası veya televizyonculuk tercihi hakkında söz etmeyeceğim. Zira inkar edilemez bir televizyonculuk zekası var. Eleştiriye açık bir televizyonculuk tercihi de söz konusu.

     Ülkemizdeki tüm üniversitelerin iletişim fakültelerine sesleniyorum. Radyo Sinema Televizyon bölümü derslerine lütfen yeni bir ders ekleyin: '' Televizyonculuk Nasibi''...

     Mesleğinizi ya da para kazandığınız icraatınızı düşünün. Rakiplerinizle genelde üstün götürdüğünüz bu icraatınız; olmasını kesinlikle istemeyeceğiniz, herkesi zor duruma ve tedbirler almaya düşüren, ülkelerin sınırlarını kapatmasına ve insanları da evlerinin sınır kapılarını kapatmasını neden olan pandemi sebebi ile rakipsiz kalıyor! Eminim ki Acun Ilıcalı'nın da kendisi bunu asla istemezdi ama soruyorum size bu televizyonculuk nasibi değildir de nedir?

     Tüm Türkiye olarak; evdeyiz, evde kalıyoruz. Survivor izliyoruz. Ben yıllarca eleştirdiğim ve çok nadir yıllarını izlediğim Survivor'ın fanı oldum resmen. Cemal Can'a gülüyorum; Barış'ı hala daha, tam çözemiyorum; Yasin'e kızıyorum; Nisa'yla da bi' gün yüksek, bi' gün düşük modluyum :) Bu zor evlerimize kapandığımız bu günlerde ben bile diyorum ki; ''İyi ki varsın, Survivor'' Teşekkürler Acun Abi...

     Güzel günler göreceğiz, güneşli günler...

27 Aralık 2019 Cuma

Tiyatronun Altın Çağı

     Zamanın kendini tekrarlayan bir döngüsü var ise eğer; ülkemizde tiyatro, tekrar altın çağını yaşıyor diyebiliriz. Yıldız Kenter, Muhsin Ertuğrul, Zihni Göktay, Ayla Algan, Meral Çetinkaya gibi uzunca bir liste yapabileceğimiz Türk Tiyatro Tarihi'nin -kronolojik olmasa da- gerçek altın çağını yaşatan isimler... Özel televizyon kanallarının artması ile birlikte tiyatronun televizyon ekranlarına kaymasıyla -Nejat Uygur ve Bir Demet Tiyatro- özel tiyatrolarımız yavaş yavaş duraklama ve gerileme dönemine girmişti. Tabi ki yaşım itibariyle tam olarak tarihsel sıralamasının bu şekilde olduğundan emin değilim. Lakin iki binli yıllarda tüm görsel ve yazılı basında yer alan tiyatro ustaları tiyatro seyircisinin çok azaldığını bir çok özel tiyatronun hayatını devam ettiremeyecek hale geldiğini anlattığı için bu çıkarımı yapmakta sakınca görmüyorum.

     Velev ki o yıllarda bahsettiğim gibi bir gerileme olmadı. Peki, iki bin onlu yılların ikinci yarısından itibaren giderek ivme kazanan özel tiyatro seyircisinin artışı göz önüne alındığında günümüzde tiyatronun altın bir çağ yaşadığını pek kolaylıkla dile getirebiliriz. Ciddi rakamda özel oyunlar, yurt içi-yurt dışı turneler düzenlenmekte. Sizce bu yükselen tiyatro seyircisi ivmesi nereden kaynaklanıyor? Bu artış nicelikli ya da nitelikli bir artış mıdır?

     İki bin onlu yılların başında filizlenmeye başlayan ''kişisel medya'' iki bin on beşten sonra tam zirveye oturdu. Artık herkesin kendi; bir televizyon kanalı, şuanda okuduğunuz üzere bir köşe yazısı, fotoğraf sergisi oldu. Ve diğer insanlar ile herkes bir reyting savaşı halinde. Like, RT, Tık... 

      İnsanlar kendilerini başka bir; insana, gruba, sınıfa karşı tanıtma çabası içindeler. Karşı cinsi bile önce sosyal medya hesaplarımızdan etkilemeye çalışıyoruz. Kendimizi bu şekilde ispat ediyoruz. Ben; entelektüelim, kitap okuyorum, sanata ilgim var, fakir değilim, müziğe aşığım vs vs vs... Kendimizi belki de olduğumuzdan farklı lanse etmeye kalksak da dönemin şartlarına göre savaşıyoruz. Bir kadnın/erkeğin kalbine/yatak odasına girmek için; toplumda belirli elit bir zümrenin içinde yer alabilmek için; maddi çıkarımızın olduğu yerde bulunmamız için aslında bütün savaş. Ve bu savaş tarihin her döneminde var olmuştur. İlk başlarda okla hayvan avlayarak, şimdi de reyting alarak kazanılan bu savaş evrildikçe devam edecek.

     Tiyatromuz; savaşın bu döneminin getirdiği yöntemlerden güzel etkilendi. İnsanlar diğer arkadaşından/rakibinden bi adım daha önde olmak için, televizyon karşısında izlediği ünlü kişiyi, canlı izlemek ve bunu fotoğraflamak/videolamak istedi. Sosyal medya hesabından bileti ve salonu konumlayarak paylaştı. Beğendiği kadının/erkeğin gözünde bir adım öne geçti. Girmek istediği bir grubun alanına daha da yaklaştı. İşte tiyatromuzun altın çağını tekrar yaşıyor olmasının bence en yalın sebebi budur. Bu altın çağın uzunca bir süre devam etmesini temenni ediyorum.

     Ben de diğer rakiplerimden bir adım öne geçmek için -hazır bahsi geçmişken entelektüel gözükeyim- bir anektodu paylaşmak isterim :) İki ay kadar önce İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu'nda Okan Bayülgen tarafından hazırlanan Harem Kabare'ye gittim. Yukarıda bahsettiğim tüm fotoğraf ve video paylaşım işleri yapıldı. Tiyatro başladı. Ne yazıkki hala paylaşım yarışında olan ANDAVALLAR yüzünden oyuna konsantre olamıyorsunuz. Oyun esnasında hiç o değilmiş gibi flaşı açıp videosunu çekenler hatrı sayılır kadar oldu. Tamam bi çok insan laf olsun diye geliyor olabilir. Gelmeyin diye demiyorum. Oyun kapanınca lütfen götünüze sokun o telefonları!

     Sürç-i Tuş Ettiysek Affola :)

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Uykusuzuz Amirim

     “Hanımlar, beyler hoşgeldiniz Uykusuzlar Kulübü’ne. Stüdyodaki izleyenlerimiz ve sizler bizi hangi monitörden, hangi mecradan izliyorsanız, sizlere de güzel bir gece diliyoruz” diye başladı kral, YouTube’un sikik reklamına daha girmeden evvel...
     Efsane bölümü, yine başka bir çılgın partiden kafamı kaldıramadığım için cumartesi gecesi televizyondan izleme şansım olmadı. Hani sabah uyandığımızda, “ulen kürrek mi vardı da gece geç yattım” sorusunun cevabı, bu gece için geçerli değil, çünkü bu geceyi tam da kürrek gibi efsane Uykusuzlar Kulübü gecesi yaptım. Erdal Beşikçioğlu ve Okan Bayülgen çok uzun zaman sonra tekrar makinada buluştu.
     Buluşmanın asıl amacı tabi ki yeniden yayına başlayan Behzat Ç. idi. Erdal Beşikçioğlu için ise başka bir amacı daha vardı bu buluşmanın... Yıllar önce Tv8 stüdyolarında katıldığı programda Okan Bayülgen ona, Behzat gibi kült işlerin özel platformlarda, sosyal medyada, internette bir şekilde televizyondan bağımsız olarak yayına geçeceğini söylemişti. Erdal bey ifadesinde, ben bunu duyduğumda umursamadım, bir kulağımdan girip diğerinden çıktı, diyip. Okan Bayülgen’e sen aslında çok haklıymışsın deme amacı idi bu buluşma.
     Tiyatro, edebiyat, sinema enfes bir sohbet dizayn etmişler. Sohbet o kadar lezizdi ki, bunu yaparken ne bi tokata, ne de bi tuzlama şovuna gerek bile yoktu. Çünkü malzemeler enfesti! Sanatçının, ülkenin sosyolojik yapısında eskiden olduğu gibi yeniden aktif ve uzlaştırıcı olmasından söz ettiler. Biraz cesurca, biraz tedbirli, siyasete; siyasetçilere çakarak söz ettiler hem de!
     Tiyatro konusunda pek bilgi birikimine sahip olmasam da, herkesin gördüğü kadar görünen bir gerçek var; tiyatroya gitmeme alışkanlığı... Belki denildiği gibi bu bedavacı zihniyetin bir sonucu, fakat farklı bir açıdan da bakmak gerekir ise; toplumda yer alan bireylerin iç güdüsel veyahut sonradan öğrenilmiş ihtiyaçları bulunmakta. Bu ihtiyaç listesi aciliyet önceliğine göre dizilmekte. Ne yazık ki toplumumuzun çoğunluğunu oluşturan orta sınıfımızın, temel ihtiyaçlarından sonra, sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak bir bütçesi kalmadığı  için, tiyatro diğer sanat dalları sadece belli bir zümrenin etrafında dönüyor. Ya da sadece belli bir zümre tiyatro ve diğer sanat dallarını ayakta tutabiliyor. Bu da benim naçizane bir görüşüm.
     Coğrafyamızın kaderini kabul etmeyip, savaşan tüm direnenlere selam olsun!
     Inna, Rihanna, Çav :)

1 Haziran 2019 Cumartesi

BİN AYIN KRALI

     Adına hayat dediğimiz, anne rahminden toprağa doğru süre gelen bir geçişin, sürekli akan maratonun baş kahramanıyız. İçinde kendimize yer edindiğimiz çöplüğün, en güçsüz lakin en güçlü metasıyız. Sahip olduğumuz en derin kuvvet ile; en güçsüz iken, en güçlüyüz aslında. Akılla...
  
     Televizyonun asi çocuğu, hırçın kralı, malumunuz Okan Bayülgen; terk ettiği mobilyaya tekrar geri döndü. Dönüşü yine kendine yakışan bir düelloyla oldu diyebiliriz. Hem tematik, hem de yeni kurulan bir tematik kanal olan TV100 ile yüzlerimizi YouTube'dan birazcık ünitenin üstünde duran annelerimizin laf olsun diye açık bıraktığı mobilyaya çevirdik.

     Dünkü Cuma gecesi yayınlanan Muhabbet Kralı programı ile Ramazan ayının en güzide gecesi Kadir Gecesi'nde gecenin anlam ve önemini tam da karşılayan Kur'an-ı Kerim konuşuldu. Hazreti peygambere Kadir Gecesi indirilmeye başlanan ve ilk ayeti ''OKU'' emri olan Kur'an-ı Kerim'i ne kadar okuyabildiğimiz ve anlayabildiğimiz konuşuldu. 

     Program, isimini vikilediğimizde ''Türk akademisyen, Kur'an araştırmacısı ve yazar'' titri ile çıkan Sayın Caner Taslaman ile başladı. Elmalılı Hamdi Yazır, Hüseyin Atay, Cübbeli Ahmet Hoca vb diğer Kur'an-ı Kerim tefsir veyahut meal olan kitaplardan Fatiha Sureleri karşılaştırılarak incelendi. Klasik Türk aile geleneğinden ve okullardaki zorunlu din derslerinde ezberlenen Fatiha Suresi'nin anlamını gördük ki bilmiyoruz. Cumhuriyet ilanından sonra Atatürk'ün girişimleri ile Türkçe meal çalışmaları üstünde titizlikle durularak yapılmış. Lakin görüyoruz ki 1920'li yıllarda yapılan mealin dili ile otuz yıl sonraki ve günümüzdeki meal ve dil ile ciddi anlaşılmamazlıklar var. 

     Özellikle Hüseyin Atay'ın yapmış olduğu meal kitabını günümüz gençlerinin daha iyi anlaması açısından çok değerli buldum. Caner hocanın da aslında ısrarla üstünde durduğu konu, kitabımızın en yalın halinde bile okunmasıyla ana hatları itibariyle anlaşılacağı olmasıydı. Diğer hocalar ile biraz bu noktada ayrılıyor. İsmini vikilendiğimizde ''Halk arasında Cübbeli Ahmet Hoca olarak tanınan Türk vaiz ve hafız'' titri ile çıkan ikinci konuk Ahmet Mahmut Ünlü, sadece meal kitaplarını çok tehlikeli buluyor mesela. Bu tehlikeli bulma olayını aslında kendi anlattığı anektodlar ile çürütüyor diyebilirim. Cahiliye dönemine ait bir olayı anlattı: Kur'an-ı Kerim okunurken müşfikler farazi sesler, gürültüler çıkararak Kur'an ayetlerinin duyulmasını engellemeye çalışırlarmış, duyulup da anlaşılmasın diye. Bu anektod tesfirsiz meali tehlikeli bulmasını bence çürütüyor.

     Kur'an ayetlerinin meallerini okurken kullanılan zamir konusunda iki hocaya da güzel soru sordu Okan Bayülgen. İki hocadan da tam tatmin edici bir cevap alınamadı bence. 

     Bu yazıda anlatmak istediğim şu hoca iyidir, bu hoca kötüdür olayı değil. Gecenin anlamına tam da güzel uyan bir program yapılmasıdır. Evlerimizin en güzel yerlerinden ''sakladığımız'' Kur'an Kerim'i sadece saklamak ve saygı duymakla değil, onu okumak ve anlamakla yükümlü olduğumuzu hatırlatması açısından çok güzel bir program oldu. Caner Taslaman'ın konuk olduğu birinci bölümün daha verimli geçtiğini eklemeden geçemeyeceğim zira Cübbeli Hoca'nın bölümünde Okan'ın sorularını ne yazık ki pek göremedik. 

     Kıçıma su kaçtı, orucum bozuldu mu? AcuR'a aşık oldum, benim gibi deli oğlana AcuR'u kendime bağlama duası var mı? Gece sakız çiğnedim, dedemin mezarda ters döndü mü? 

     Yaz yaz bitmeyecek, işin suyunu çıkarmaktan başka bir işe yaramayan, kutsal olan dinimizin mahremiyetini ve özünü baltalayan sürüsünce din programları yapılıyorken, gerçek manada bu iş için elini taşın altına koyan kral OKAN BAYÜLGEN'i yürekten tebrik ediyorum. 

     Programı kaçıranlar buradan Caner Taslaman'lı birinci kısıma, buradan da Cübbeli Ahmet Hoca'lı ikinci kısma ulaşabilirler. YouTube üzerinden görüldüğü üzere din konusunda bile popüler olana her zaman zaafımız var. Neden mi? Bkz: Caner Taslaman ve Cübbeli Ahmet Hoca görüntülenme sayıları :)

8 Şubat 2016 Pazartesi

#DADA

     Ekranda büyük bir üstadın harikulade programı var. Ergenliğimizi, genç adam, genç kadın oluşumuzu yaşadık; yaşıyoruz, ekşimtırak bir meyvenin damakta bıraktığı enfes tat misali seninle. Ve hatta yaş almış (senden öğrendiğimiz tabir) adam, kadın; bitirmediği gençliğini yaşıyordur her cumartesi gecesi. Fevkalade sadakat ile yüzlerce kilometreyi tefe koyup yanına geliyoruz. 

     Son zamanlarda biraz farklı gibi değil mi? Aslında siz o farkı yanlış anlıyorsunuz. Okan'a gıcıklık olsun diye geç başlıyor sanıyorsunuz. Göç Zamanı dizisi ile size zulüm yapılıyor sanıyorsunuz. Asla! Adam gibi adam kanal Star TV(!), Londra'da prime time zamanında Dada izlensin diye 01:00'da başlatıyor programı.

     Ritüel bir cumartesi gecesi daha... Ergen yıllarımın dans eden kadını Nez, ilk kez gördüğüm ''Aaa bu Nez'in, ben ergenkenki hali değil mi?'' dediğim hatun, sesine sinir olduğum -kıskanmıyorum!- kel Ceyhun Yılmaz :), ikinci kel, kellere karşı alerjisi olduğunu düşündüğüm entarisi yarım ve ayakkabılara gömen kadın, çizgileri konuşturan adam Erdil Yaşaroğlu, Kötü Kedi Şerafettin'i animasyona çevirdiğini öğrendiğimiz Mehmet Kurtuluş (kesinlikle izlenmeli, hafta sonu giden arkadaşlarımın hepsi olumlu rapor verdi), sesine ve fiziğine hayran olduğum kadın Fatma Turgut ilk konuklardı. En azından hafızamda yer edinenler bunlardı. Eureka! Nez'in yanında bir arkadaş vardı 7, onu da es geçmeyelim dimi.

     Medya Arkası bariz bir şekilde sansür kokmaya başladı. Star'daki Seda ablamızın ve kısa ceketli ağabeyimizin çay içmeli, bol kulisli, az sevişmeli programı artık Medya Arkasında yer almıyor. Bu durumdan çok şikayetçiyiz. İki haftadır mükemmel insanlar evlenmeye geliyor. Farzı misal geçen hafta ilk görüşmede (çay içmeden önceki ilk fasıl) kara sevdaya tutulan ablamızın aşkına nazar değdi. Talibi olduğu beyefendi ile birlikte beyefendinin yaşadığı yeri görmeye gitmişler. Yolda para mevzusu yüzünden araları açılmış ve yıldırım aşkı yıldırım karesi ile sona ermişti. İki aday karşılıklı anlaşıp şiddetli anlaşmazlıktan dolayı farklı adaylara yöneldiklerini açıkladılar. Türkiye buna hazır değil tabiki! Lakin iki çılgın aşık yeni adaylarla tekrar bir aşka yelken açarlar ise toplum olarak umarım rahatlayacağız. Umalım ki bir dahaki seferde para mevzusu problem olmayacak adaylar denk gelir. Star TV de bu sansüre son verirse Medya Arkası'nda gelişmeleri bi güzel izleriz. Zuhal Topal'ın çay içmeli programındaki teyzemizin isteği ne kadar da içten değil mi? Onun kriterleri daha manevi... En kısa zamanda ona da güzel ve maksimum elli altı yaşında kısmet inşallah.

     Milletçe hasretinden tarumar olduğumuz Survivor da bu sene Yılmaz Morgül ile başladı. Haftaya Medya Arkası'nda coşacağımızı şimdiden hissediyorum. ''Türkiye'nin süper starı beeeeenimm'', asın balkonlara bayrakları Yılmaz Morgül geliyor!

     Nez'in gençliğine benzeyen hatun tayt entarisi ile şovuna başlamak üzere iken, stüdyo seyircilerinden biri kameraların önüne fırladı. Sadece kendi fırmalamadı, garip bir sarı tona hakim sütyeni de kameralar önüne fırladı. İletişim fakültelerinde radyo sinema televizyon bölümü okuyan gençlere ders niteliği taşıyan hadise tam o an başladı. Okan Bayülgen televizyonun çocuğu, şaşkınlığın verdiği soğukkanlılık ile kıza sarıldı. Ekran başında donduk kaldık. Konukların gözleri şaştı kaldı. Ceyhun Yılmaz, alevlenen ateşi söndürmek için üstünüzdekini çıkarıp ateşin üstüne atarsınız oksijeni kesersiniz ya hani o refleks ile çıkardı ceketini. Gerçekten ortada oksijen ve ateş vardı. Elinizde olmayan bir nedenden ötürü cezalandırılıp yanabilirsiniz o durumda. Okan Bayülgen kıza konuşabilirsin ama soyunmadan dedi. Israrla rejiye yayını kesmemesini söyledi. Kıza ne demek istediğini sordu. Bizler de duyduk kimi neyi protesto etmek istediğini. Kıza, hem kendisi için, hem kendi için, hem kanalı için protestosuna izin vermedi. Ne kaba kuvvet, ne al şunu şurdan ile... Konuştu... Sadece konuştu! Kız özür diledi ve geçti yerine ve daha sonrasını bilmiyoruz.

     Kelimelerimin yetersiz kaldı farkındayım. Nasıl bu kadar profesyonelsin! Mükemmel! Twitter'da tweetlere baktım. Genel olarak herkes Okan Bayülgen'in bu durumu harika kontrolünü yazmış. Yüzde yirmi diyebileceğimiz bir kesim bunun bir senaryo olduğunu yazmış. Bunun öyle olmadığını programdaki herkesin yüz ifadesinden ve Okan'ın soğukkanlı şokundan anlamak mümkün. Tabi ki Beyaz'dan sonra kendi programında bi' şeyler olmasına hazırlıklıydı. Ona sözüm yok. Fakat mükemmel bir kontrol var ortada. Okan Bayülgen'e bir defa daha hayran kalmak için geçerli bir sebep değil mi?

     Güzel ülkemin bu boktan hallerinden kimse memnun değil, farkındayız her şeyin. Her şeyde olduğumu gibi sapla samanı birbirine karıştırıyoruz. Eğlence programı be kardeşim! Elimizde avucumuzda klasik saydığımız nadir eğlencelerimizden biri kaldı onu da sikip atmayın! Barış ne klavye başında twitterda elde edilir ne de şov programında soyunarak. Farklı görüşlerin ideolojilerin olabilir. İdeolojini anlatma, yayma propaganda etme yolları vardır. Mevcut iktidardan memnun olmadığını söyleyen milyonlarca genç var. 7 Haziran ve 1 Kasım'da kaç milyon kişi sandığa gitmemiş bi bak! Milyonlarca üniversitelinin kaçı sandık kaydını okuduğu ile almış bir bak!

     Sıradan bir cumartesi gecesi, ulusal bir kanalın şov programında soyun, slogan at sonra izle başına gelecekleri. Bir şeyleri değiştirmek mi istiyorsun? Önce çevrendekilere anlat, inandır, örgütlen sonra git oy kullan kullanmaya teşvik et. 

     Beyaz Show'a rekor bir ceza kesilmiş. 850 bin TL. Kanalın kararı mı yoksa başka birilerinin kararı mı bilemem bant yayını yaptı bu hafta. Yılbaşında dahi bant yayını yapmamış Okan Bayülgen'e de böyle bir yöntem uygulanır mı bilemem? Okan'ın da bunu kabul edeceğini sanmıyorum. Velev ki olursa change.org'da imza kampanyası açacağım! En azından önümdeki klavyeyi kullanabildiğim kadar yararlı kullanmayı tercih ediyorum. 

     Eleştireceksiniz, adamın tek derdi bir şov programı olmuş diye. Aslında tam öyle değil. Artık bazı şeyleri takmıyorum. Neden mi? Seçim zamanı bi arkadaşımın seçim kaydını aldırması için götümü yırttım. Ondan daha çok uğraş verdim. O sikine takmadı. Ara ara görüyorum twitterda ülkeyi kurtarmaya çalışıyor. O zamandan beri gülüp geçiyorum, takmıyorum.

     Son olarak Haldun Dormen'in Sahne Tozu Tiyatrosu, Konak'ta, o meşhur YKM'nin arka tarafında! Saat Kulesi'ndeki güvercinlere bile sorsan gösterir. :)

8 Kasım 2015 Pazar

Bi Dal Versene Baba

     Uzun zaman görmezsin ya hani, ama o senin için önemli bi' insandır. O önemli insanı uzun zamandan sonra ilk görünce napacağını şaşırırsın. "Kanka Okan başladı napim" dedim, "Doğal davran be oğlum" dedi. Masanın üzerine ayakları uzattım, kıç kemiklerimi inceden ızdırap çektiren sandalyeme minik dokunuşlar ile koloni kurdum, en doğal halim ile.

     Biz seni çok özledik be abi/baba...

     Cümlelere en afilli kafiyeler uydursam en sikik (sikik meal: sikilip hoyratça kenara atılan) uyak olur duygularımızın yanında. Sana olan sevgimizi uzun uzun anlatmayacağım. Uzun süre yurtdışında kalan, döndüğünde hayatında ilk kez belki de son kez gördüğü pasaport memuruna gözleri gülerek bakan insan vardır ya, onun vatan sevgisi kadar belki de bizim Okan sevgimiz.

     Programına iki kez geldim. Birinde bayağı yakındı oturduğum yer Reyhan'ın olduğu bölüme(TV8 dönemi). Şarkı arasında torbandan bi' dal çıkardın yaktın. Kokusu o kadar güzeldi ki. Hala burnumda tütüyor. Allah nasip ederse bu sene tekrar geleceğim ama bu sefer bi' dal versene baba!

     Bi' şey söylücem tam da bu satırda, "iyi geceler"!

26 Nisan 2015 Pazar

Periscope

     Aynaların belli açılarda ve yüzleri birbirlerine bakar halde, altlı üstlü gelerek, denizaltılarda içeriden dışarıyı görmeye yarayan düzenektir, periscope. Bu mantığın tam zıttı olarak ele alınan, yani anlık görüntüler ile içerideki olan bitenleri dışarıya aktaran sosyal medyanın yeni mecrası "Periscope"...

     iOS işletim sistemindeki (yakında Android'de) akıllı telefonlarda kullanıma sunulan Periscope'u ilk gördüğümde "bi arkadaşa bakıp çıkmadan" olmaz diye düşünüp uygulamaya daldım. Twitter hesabınızla kolayca hesap oluşturabiliyorsunuz. Hesabınızdan anlık canlı yayınlar yaparak, tıpkı Twitter'da olduğu gibi takipçilere sahip olabilirsiniz. Böylelikle daha sonraki yayınlarınız takipçilerinize bildirim olarak gider yayınlarınızı sizi takip edenler kaçırmamış olur. Yayınlarınızı kaydetme şansınız da olduğundan kendi arşivinizi oluşturabilirsiniz. Yayınlarınız global bir hal de alabilir. An an saniye saniye sizi kaç kişi izliyor görebilirsiniz. Belli evlere yerleştirilen reyting cihazları gibi değil! 

     Uygulama, Hürriyet'ten Ahmet Can Sit'in haberine göre "Gezi"den fikredilmiş. İran'lı Kayvon Beykpour; 2013 Haziran'ında İstanbul'da insanların Gezi  Olayları'nı sansürsüz yayınlama çabalarını görmüş. Halbuki biz ne güzel genel kültür seviyemizi arttıran penguenli belgeseller izliyorduk. Haberi yok garibim İranlı'nın. Amerika'ya dönünce de ortağı ile Periscope'u geliştirmiş ve 200 milyon $'a Twitter'a satmış.

     Türkiye'de ve dünyada milyonlarca dolar ve eurolar harcanarak alınan spor karşılaşmaları yayın haklarına karşılık elinde biletin ile maça girip akıllı telefonun ile canlı yayın yapabilir. Büyük büyük kanal binalarının şaşalı canlı yayın stüdyolarına karşılık elindeki akıllı telefon ile canlı yayın yapabilir. Terör örgütleri de infazlarını canlı canlı gösterebilir. Gelişme çağındaki bi çok çocuk kendini kolayca ifşa etmekte ve çocuk pornolarına da kolay ortam oluşturabilir. Bu uygulamada neyi ne kadar kontrol edebiliriz bence bunu iyi tartışmak lazım. 

     Türkiye'de canlı yayın bağlantıları, Avrupa ülkelerindeki yayınlara göre çok kopukluk yaşamakta. Sabredersek 4G yerine 5G'ye geçtiğimizde artık canlı yayın araçlarına bile gerek kalmayacak. 

     Magazin programlarında bile, ünlülerin yaptığı yayınlardan dolayı Periscope yer almakta, gazetelerde haber olmakta Periscope... "Bu yazıyı bile Periscope için yazmışsın amk" diyorsun, deme. Ben golümü sona sakladım. 

     Yıllarca adam bağırdı. "Koca koca tv binaları yapmaktan artık vazgeçin". "Artık herkesin bir medyası var" dedi de durdu Okan Bayülgen. Herkes o zamana daha çok var gözüyle baktı ama bak ufak ufak geliyor işte. Ceyhun Yılmaz radyo programının müzik ya da reklam aralarında ustream üzerinden canlı yayın yapmaya başladı. Hatta sonra PACYA adı altında oluşum gerçekleştirdi. Hatta ve hatta yanlış hatırlamıyor isem paralı bir medya patronuyla bu işi markalaştırma olayına bile kalktı ama ileri görüşlü medya patronu kabul etmedi.

     Bizim paralılar beğenmez, İran'lı Kayvon voleyi vurur...