27 Aralık 2019 Cuma

Tiyatronun Altın Çağı

     Zamanın kendini tekrarlayan bir döngüsü var ise eğer; ülkemizde tiyatro, tekrar altın çağını yaşıyor diyebiliriz. Yıldız Kenter, Muhsin Ertuğrul, Zihni Göktay, Ayla Algan, Meral Çetinkaya gibi uzunca bir liste yapabileceğimiz Türk Tiyatro Tarihi'nin -kronolojik olmasa da- gerçek altın çağını yaşatan isimler... Özel televizyon kanallarının artması ile birlikte tiyatronun televizyon ekranlarına kaymasıyla -Nejat Uygur ve Bir Demet Tiyatro- özel tiyatrolarımız yavaş yavaş duraklama ve gerileme dönemine girmişti. Tabi ki yaşım itibariyle tam olarak tarihsel sıralamasının bu şekilde olduğundan emin değilim. Lakin iki binli yıllarda tüm görsel ve yazılı basında yer alan tiyatro ustaları tiyatro seyircisinin çok azaldığını bir çok özel tiyatronun hayatını devam ettiremeyecek hale geldiğini anlattığı için bu çıkarımı yapmakta sakınca görmüyorum.

     Velev ki o yıllarda bahsettiğim gibi bir gerileme olmadı. Peki, iki bin onlu yılların ikinci yarısından itibaren giderek ivme kazanan özel tiyatro seyircisinin artışı göz önüne alındığında günümüzde tiyatronun altın bir çağ yaşadığını pek kolaylıkla dile getirebiliriz. Ciddi rakamda özel oyunlar, yurt içi-yurt dışı turneler düzenlenmekte. Sizce bu yükselen tiyatro seyircisi ivmesi nereden kaynaklanıyor? Bu artış nicelikli ya da nitelikli bir artış mıdır?

     İki bin onlu yılların başında filizlenmeye başlayan ''kişisel medya'' iki bin on beşten sonra tam zirveye oturdu. Artık herkesin kendi; bir televizyon kanalı, şuanda okuduğunuz üzere bir köşe yazısı, fotoğraf sergisi oldu. Ve diğer insanlar ile herkes bir reyting savaşı halinde. Like, RT, Tık... 

      İnsanlar kendilerini başka bir; insana, gruba, sınıfa karşı tanıtma çabası içindeler. Karşı cinsi bile önce sosyal medya hesaplarımızdan etkilemeye çalışıyoruz. Kendimizi bu şekilde ispat ediyoruz. Ben; entelektüelim, kitap okuyorum, sanata ilgim var, fakir değilim, müziğe aşığım vs vs vs... Kendimizi belki de olduğumuzdan farklı lanse etmeye kalksak da dönemin şartlarına göre savaşıyoruz. Bir kadnın/erkeğin kalbine/yatak odasına girmek için; toplumda belirli elit bir zümrenin içinde yer alabilmek için; maddi çıkarımızın olduğu yerde bulunmamız için aslında bütün savaş. Ve bu savaş tarihin her döneminde var olmuştur. İlk başlarda okla hayvan avlayarak, şimdi de reyting alarak kazanılan bu savaş evrildikçe devam edecek.

     Tiyatromuz; savaşın bu döneminin getirdiği yöntemlerden güzel etkilendi. İnsanlar diğer arkadaşından/rakibinden bi adım daha önde olmak için, televizyon karşısında izlediği ünlü kişiyi, canlı izlemek ve bunu fotoğraflamak/videolamak istedi. Sosyal medya hesabından bileti ve salonu konumlayarak paylaştı. Beğendiği kadının/erkeğin gözünde bir adım öne geçti. Girmek istediği bir grubun alanına daha da yaklaştı. İşte tiyatromuzun altın çağını tekrar yaşıyor olmasının bence en yalın sebebi budur. Bu altın çağın uzunca bir süre devam etmesini temenni ediyorum.

     Ben de diğer rakiplerimden bir adım öne geçmek için -hazır bahsi geçmişken entelektüel gözükeyim- bir anektodu paylaşmak isterim :) İki ay kadar önce İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu'nda Okan Bayülgen tarafından hazırlanan Harem Kabare'ye gittim. Yukarıda bahsettiğim tüm fotoğraf ve video paylaşım işleri yapıldı. Tiyatro başladı. Ne yazıkki hala paylaşım yarışında olan ANDAVALLAR yüzünden oyuna konsantre olamıyorsunuz. Oyun esnasında hiç o değilmiş gibi flaşı açıp videosunu çekenler hatrı sayılır kadar oldu. Tamam bi çok insan laf olsun diye geliyor olabilir. Gelmeyin diye demiyorum. Oyun kapanınca lütfen götünüze sokun o telefonları!

     Sürç-i Tuş Ettiysek Affola :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder